21 Eylül 2016 Çarşamba

Balkanlar Gezi Turu -Bosna Hersek-

Bu yazımda size Bosna Hersek'ten bahsedeceğim. Bir önceki Sırbistan yazımda gece otobüsüne binerek Sarayova'ya geldiğimizi söylemiştim. Şimdi gezimizden detayları paylaşacağım.

Belgrad'tan saat 22.00 arabasına bindik daha geç bir saate maalesef otobüs yok en geç buydu. Bilete kaç para verdiğimizi hatırlamıyorum hatırladığım tek şey Türkiye'de 70'lerde kullanılan otobüslerin hala orada kullanıldığı. :( Ne yazık ki otobüsler aşırı eski, soğuk, koltukları yamuk ya da kırık. Böyle bir otobüste 8 saat yolculuk yaptık. Balkanlarda genelde bütün otobüsler böyle bu arada. Ve bagaj için ek para alıyorlar çantanız çok büyük değilse koltukların tepesindeki bölgeye tepiştirin diyebilirim. Neyse biz sabahın beş buçuğunda otogara indik bloglardan okuduğum troleybüsler varmış ama o saatte hiçbir şey yoktu ve aşırı soğuktu zaten Belgrad'ta başlamıştı havanın soğukluğu. Yağmur yağmak üzereydi derece 16'yı falan gösteriyordu biz şortlaydık. Otostop çekmeye karar verdik fakat geçen arabalar bizi almadı. Mecbur taksiye bindik çok üşümüştük beklediğimizden ucuz bir para verdik. Otelin yerini taksici bilmiyordu bizi Başçarşı'da yani merkezde bıraktı. Ordan Bosna halkına sora sora oteli bulduk. Booking'ten oteli ayarlamıştım hiç beklediğimiz gibi çıkmadı tam bir rezaletti. Hava da soğuk olduğu için oda buz gibiydi dışarıda giydiğim polarla yatmak zorunda kaldım titreye titreye uyudum. Sabah 7 gibi otelin resepsiyonuna gittiğimizde insanlar küçücük izbe bir yerde içki içiyorlardı resepsiyon barın ortasındaydı ve sigara dumanıydı. Görevli kadın da bir değişikti biraz korktum denebilir. :) Neyse kız bizi odaya götürdü oda sadece 2 insanı alacak kadar küçüktü valizi yere koyduğumuzda yürüme alanı kalmıyordu. Otelin adı: Hostel Scandic. Merkeze yakın hatta 1-2 dakika sonra tam merkezdesiniz fakat ben hiç memnun kalmadım hijyen ve hizmet açısından. 2 geceye 36€ verdik.


Şimdi gelelim gezdiğimiz yerlere. Başçarşı(Baščaršija), Gazi Hüsrev Bey Camii, Umut Tüneli, Sebil, Osmanlı Bedesteni, Latin Köprüsü, Morica Han, Bakırcılar Çarşısı, Katedral, Sonsuz Ateş, Gradska Trznica.





Ben gezilecek yerleri tek tek defterime yazmıştım. Zaten hepsi Ferhadiye caddesinde. Uzun bir cadde fakat 1 saat bile sürmüyor gezmesi. Tabii birçok ara sokağı olan bir ana cadde. Ara sokakları tek tek gezerek 4-5 saatte bitirebilirsiniz Ferhadiye ve gezilecek yerleri. Birçok pazar yeri genelde binanın içinde kuru et, peynir, kaymak satıyorlar. Ben sadece kaymağın tadına baktım doğal olduğu için yoğun bir tadı vardı. Olcay da peynirin tadına baktı beğendi diye hatırlıyorum tam emin olamadım şimdi. :)) Gradska Trznica dediğim o pazar yeri. Tarihi bir bina zaten Ferhadiye Caddesi'nde hemen görebilirsiniz. 

Umut Tüneli'ne yarım saat bir tramvay yolculuğu ile gidebilirsiniz fakat ordan da takiye binmeniz gerekiyor. Tramvaylar ücretsiz. Son durakta ineceksiniz eğer gitmek istiyorsanız herkesin mutlaka gittiği bir yer fakat biz saat 17.00 gibi gittiğimiz için giremedik çünkü kapanmıştı. Bir daha o yolu çekmek istemedik ve gitmedik Umut Tüneli'ne. Sonsuz Ateş, II. Dünya Savaşı asker ve sivil kurbanların anısına yapılmıştır. Ferhadiye'nin hemen sonunda yer alıyor. İlla görmek için gitmenize gerek yok zaten caddeyi gezerken turlarsınız. İçki meselesi ise etrafta birçok bar var biz ara sokakta olan -caddenin ara sokağı- rock bara gittik. Rakija içmeden gidilmezdi elbet! Son günümüzde Dveri isimli mekana gittik. Rakija ve patatesli bir yemek söyledik bayağı lezzetliydi. Çok sertti beni bir tanesi salladı. :p Tadı bence iğrenç ki ben rakıyı çok seven bir insanımdır fakat bana aşırı sert geldi kesinlikle bir daha ağzıma sürmem o içkiyi. Bu kadar da netim bu konuda. HAHA! 

Porsiyonlar burada da büyük yerel biraları Sarajevsko'yu deneyebilirsiniz. Ben bira konusunda uzman değilim tadı nasıl bilemem ama internetten okuduğum kadarıyla kötüymüş. Para çekmemiz gerekti 2 adet Ziraat Bankası bulunuyor ihtiyacınız olursa sizler de oradan çekin. 

Bosna Hersek'e gitmemiz çakma darbe zamanı oldu. Askerle polisin çatıştığı sırada biz otobüsteydik ve arkadaki yolculardan bizimle internetlerini açmalarını ülkemizde olayların olduğu söyledik sağ olsunlar bize internetlerini açtılar yol boyu ülkeyi Twitter'dan takip ettik. Twitter adresim @denizyaziyor. Bunu da aradan çıkarttım. HAHA! Bosna'da ilk günümüzde bizi meydanda "Recep Tayyip Erdoğan" sloganları karşıladı. KU SU CAK TIM! Türkiye'den kaçmak isterken tam T.C zihniyetinin ortasına düşmüştük. Türk bayrağını giyen deliler ortalarda geziyordu hemen o ortamdan koşarak uzaklaştık. 

Eveeet gezimizin en keyifli yerine gelelim artık! Mostar! Bosna'nın 2. günü otobüsle gittik. Yaklaşık 2,5 saat sürüyor. Trenle gidemedik çünkü kapatmışlar garı. 2 tane otogarları var. Biri batı biri doğu. Otogara gidebilmek için tramvaya biniyorsunuz 4 durak olması gerek net bilmiyorum iniyorsunuz. Tramvaya biz hep Latin Köprüsü'nün oradan bindik. Gerçekten Mostar çok güzel bir yer kesinlikle görülmeli. Köprü'yü gören restoranlar var orada bir şeyler yiyip içebilirsiniz. Mostar'da savaşın izlerini görebilirsiniz. Orada Osmanlı evleri var evlerin duvarlarında hala kurşun izleri duruyor. 


Bosna hakkında anlatacaklarım bu kadar. Balkan turu yapmışken görülmesi gereken bir ülke. Benim ülkeler arasında en alt derecede yer alıyor. Çünkü Türkiye'yi andırıyor, İslam motifleri ve Müslüman sayısı fazla, cami var ve Osmanlı izleri çok fazla. Ortadoğu barındıran bir ülkeyi sevemeyeceğim. Benim sevmeme nedenim bu siz sevebilirsiniz herkesin zevki ayrıdır sonuçta. Çoğu insan Türkçe biliyor ve Türk olduğunuzu da hemen anlıyorlar. Türk olduğunuzu anladıkları an hemen "Ooo Erdoğan büyük" gibi laflar ediyorlar ve sizi delirtiyorlar. En azından biz delirdik ve Türk'üz dememeye karar verdik fakat onlar anladı bütün Balkan gezimiz boyunca. Sürekli Erdoğan kötülemekten çok yorulduğumuz için son günlerimizde sesimizi çıkarmadık "he" diyip geçtik. Bu güzel gezi bloğumda onun adını anmak bahsetmek istemezdim elbet ama adam benim bloğuma bile girdi. Neyse burası bir gezi bloğu ve siyasete girmemeliyim. 

Size en son diyebileceğim şey Morica Han'da Bosna Kahvesi için. Gayet leziz Türk kahvesinden bir farkı yok. Lokumlarını ben hiç sevmedim ama Olcay bayılmıştı. Boşnak mantısı yiyin, soğan dolması yiyin. Ben kendime oradan sadece şal aldım. Bakırcılar Çarşısı'ndan annelerinize bakır araçlar alabilirsiniz. Eski Galatasaraylı futbolcu Tarık Hodzic'in lokantasında cevapi yiyerek gezinizi sonlandırabilirsiniz. 

Kotor gezisi diğer yazıda...



17 Eylül 2016 Cumartesi

Balkanlar Gezi Turu -Sırbistan-

Merhaba,

Uzun süredir blog yazmıyordum Balkan ülkelerini de gezince yazmak farz oldu diyebilirim. Şu an bu yazıyı İspanyolca şarkılar eşliğinde yazıyorum. Öncelikle Balkan ülkeleri nelerdir bir bakalım;
  •  Arnavutluk
  •  Bosna-Hersek
  •  Bulgaristan
  •  Hırvatistan
  •  Karadağ
  •  Kosova (sınırlı tanınmakta)
  •  Makedonya
  •  Romanya
  •  Sırbistan
  •  Slovenya
  •  Türkiye (Doğu Trakya)
  •  Yunanistan
Maddi imkanlardan dolayı birçok insan vizesiz Balkan turu yapmayı seçer. Kırmızılar vizesiz olanlar. Ben de vizesiz olan Balkan ülkelerine gitmeyi tercih edenlerdenim. Bunun için uçak biletinizin olması ve pasaportunuzun olması yeterli. Ben sevgilim ile bu seyahati planladım. İlk durağımız Sırbistan oldu. Biz uçağımıza bindik yaklaşık 2 saat sonra Nikola Tesla Havaalanı'na indik. Bizi Sırp bir kadın polis karşıladı ve çoğu Türk'ü köşeye çekti. Tek tek pasaportlarımızı kontrol etti ve dönüş uçak biletlerimizi, kalacağımız otel rezervasyonlarının çıktılarını görmek istedi. Ben daha önce Avrupa'dan tecrübeli olduğum için 4 otelin çıktısını almıştım yanıma. O yüzden sorun yaşamadık. Yarım saat bekledikten sonra valizlerimizi almaya doğru gittik. Şehir merkezine gitmek istiyorsanız A1 otobüsleri hemen çıkışta sizi bekliyor. 40 dakikada merkeze varabiliyorsunuz bu otobüs sayesinde. Aynı bizim belediye otobüslerimiz gibi. Slavija Meydanı son durak orada inmeniz gerekiyor oradan sonra da yürüyerek otelinize ulaşabilirsiniz. Bıraktığı yerin orada Havana Casino var kocaman tabelası var zaten çok rahat görebilirsiniz. Benim en sevdiğim şehirlerden biri Belgrad oldu. Otelimiz Skadarlija mahallesine yakındı hatta tam sokağının bitişinde bir yerdeydi. Tek sorun gece o sokak çok hareketli olduğu için bayağı gürültülü oluyor. Oteli bulmak biraz zor oldu çünkü otobüsün bıraktığı yer biraz uzaktı ve tarif edenler hem uzatarak tarif ettiler bize. 40 dakika sonra falan otelimize yerleştik bayağı güzel bir oteldi en önemlisi tuvaleti oda içindeydi. Dinlendikten sonra hemen o bohem mahalleye çıktık. Sabahtan beri açtık acil yemek yememiz gerekiyordu ve o mahallede en hoşuma giden bir restorana oturduk. Meşhur olan Cevapi yememiz ve yerel biradan içmeden olmazdı elbet. Hemen yerel biraları olan Jelen birasından içtik. Kesinlikle söyleyeyim porsiyonlar aşırı büyük geliyor bir tabak cevapi ile 2 kişi çok rahat doyar biz hata ettik ve fazla geldi yiyemedik. Orada hem yemek yiyebilir hem de gece içkinizi içebilirsiniz bir çok sokak sanatçısı yerel müziklerden çalıyor gayet eğlenceli bir sokak genelde orada geçti gecelerimiz. Daha sakin barlar arıyorsanız eğer 400 metre ileride sokağın sonundan sola dönünce barların sıra sıra dizilmiş olacağını görebilirsiniz. Orada kendime ice-tea söylemek istedim ve bir sürahi ice-tea geldi. Tadı aşırı güzeldi diyemem ama gayet yerinde handmade bir üründü. 

Para sistemleri çok garip. Bir su 60-80 dinar. Hal öyle olunca mahallede yediğimiz yemek 2000 dinar geldi. Önce afalladık çok fazla değil mi diye ama sonra alıştık çünkü her şey 300-400 dinardan başlıyor. Eğer size de olursa şaşırmayın! Casino'dan bahsetmiştim. Havanın kapalı olduğu bir gündü casinoya gitmeye karar verdik ve bayağı eğlendik. Önce bar ile oynadık daha sonra kumarın tuzağı rulete düştük. Para kaybetmesek de kazanamadık da. Kardaydık, çünkü ilk içkiler bedavaydı. ;)  Ertesi gün Novi Sad iline geçtik Sırbistan'ın. Aslında orada 1 gece kalınsa daha iyi olur fakat biz kalmadık oteli daha önceden ayarlamıştık 3 gece diye. 1 gün önceden ayarladığımız tren bileti ile ertesi gün sabahtan Novi Sad'a doğru yol aldık ve hava kapadı yağmur yağıyordu. Yanlış hatırlamıyorsam tren ile 2 saatte gitmiştik. Ortodoks St.George Kilisesi, Roma Katolik Meryem Kilisesi gezilecek yerlerin başında geliyor. Novi Sad’da binalar pek şık. Sırbistan’da gezilecek yerler. Soğuk olduğu için hırka almaya H&M mağazasına girdim ve mağazanın güzelliği karşısında şok geçirdim. 
Belgrad'a geri dönecek olursak gezilecek yerler arasında Ulusal Tiyatro, Nikola Tesla Müzesi, Republic Square, Knez Mihailova Caddesi, Kalemegdan, Zemun, Hayvanat Bahçesi(Kalemegdan girişinin orada) başlıcaları bunlardır. Knez Mihailova Caddesi Belgrad’ın en canlı merkezi. Şehrin kalbi burası desem daha doğru olur. Araç trafiğine kapalı hareketli ve kalabalık cadde boyunca dükkanlar, restoran ve kafeleri sıralanıyor. Cumhuriyet Meydanı'nın orada çok güzel biraz pahalı bir restoran önerebilirim; Boutique. Makarnasını sevdim fakat sosu biraz ağır gelmişti. Pizzalarını deneyebilirsiniz. Kalemegdan'da sizi manzara karşılayacak ve birbirinden güzel hayvanların olduğu bir hayvanat bahçesi sizi karşılayacak. Aslandan kaplana, filden timsaha her çeşit hayvanların bulunduğu bir yer. Kesinlikle gezmelisiniz! 24 saat yaşayan bir şehir diyebilirim Belgrad için. Yerel içkilerinden biri Rakija biz Bosna Hersek'te içtik ama siz burada da içebilirsiniz. 

Sırbistan gezimiz böyle sona erdi. Gece bindiğimiz otobüs ile Saraybosna'ya doğru yola çıktık 8 saat süren bu yolculuk sonunda sabah saat 5-6 gibi Saraybosna'da olduk. Olsundu... 

21 Eylül 2015 Pazartesi

Eril Tahakkümün Yerel Sanatta Yarattığı Cinsiyetçi İmgelem ve Kadının Yeri

Toplumsal cinsiyet kavramı kadın ve erkek için toplumun uygun bulduğu değerler doğrultusunda kurgulanmış olan roller ve bizden beklenilenleri işaret etmektedir. Toplumsal hayatta erkek ve kadınlar eşit olmayan, erkeğin kadına üstünlüğü ile belirlenen bir yapıda yaşarlar. Sonuçları itibariyle toplumsal cinsiyet rolleri, cinsiyete dayalı ayrımcılığı beraberinde getirmektedir. Bu ayrım, biyolojik özelliklerden yola çıkarak sosyal alanı kamusal alan ve özel alan olarak kurgulamış ve erkeğe kamusal alanı, kadına ise özel alanı tahsis etmiştir. Bu süreci ortaya çıkaran temel etmen eril tahakkümdür. Erkeğin sosyal alan üzerindeki iktidarı bu alanı kendi ihtiyaçları doğrultusunda kurgulaması sonucu meydana getirmiştir. Bu süreçler sosyal alanın bir parçası olan sanat alanı için de söz konusudur. Sanat alanı eril tahakkümün etkisi altındadır. Eril tahakküm bu alanda neyin erkeksi neyin kadınsı olduğunu belirleyerek sanat alanındaki değerlendirmeleri ortaya koyar. Böylece sanat estetik değerlendirmeler dışında toplumsal cinsiyet rolleri bağlamında değerlendirilir. Bu süreçte eril tahakkümün kadından öncelikli beklentisi sanatçı kimliklerinden çok annelik, eş olma, kız kardeş ve kız çocuk gibi biyolojik ve çevresel etmenlere bağlı olan rollerdir.
“Yeni coğrafya”nın “modern” kadını
Her devirde olduğu gibi Cumhuriyet döneminde de modernlik adı altında kadınlar belirli kalıplara sokulmaya itildi. Özendirildi. Kadını yeni kurulan devlete dahil etme kaygısı güdüldü.  Kadını toplumun diğer etkin unsuru olduğu anlayışı oldukça biçim kazanmış olmasına karşın erkeği yine de ön planda tutmaktan vazgeçilmedi. Kadını “anne” sıfatından uzaklaştırılması gereken yerde daha modern ve iyi şartlarda annelik yapabilmesi için olanak sağlandı. Batılı kadın modernleşmesi Türkiye'ye kopyalandı ve birkaç istisna dışında hemen hemen hiç tartışılmadı. Cumhuriyet kadınından bahsederken henüz Cumhuriyet Halk Fırkası bile kurulmadan, Kadınlar Halk Fırkasını kuran Nezihe Muhiddin’in adını anmamak olmaz. Nezihe Muhiddin siyasal haklarını mücadele ederek almış bir kadındır. Kadınlara tepeden inme haklar hiçbir zaman verilmemiştir. Eğer böyle düşünürsek Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi feminist aktivist kadınlarına haksızlık etmiş oluruz. Sadece seçme seçilme hakkının verilmesini nimet sayanlar ve bunu özgürlük olarak görenler Nezihe Muhiddin ve arkadaşlarının hayat hikayelerini bakmalarını tavsiye ederim. Kesinlikle Atatürk ve Türk Kadını ikilisinin arasındaki özgürlük kavramını yıkıp geçecek bir karakterdir Nezihe Muhiddin. (1)
“Yeni coğrafya”da kadın ve sanat
Sanatta ve sanat tarihinde eril yapı baskındır. Sanat tarihinde olduğu gibi genel olarak erkek bakış açısı egemendir. Bu yüzden kadınların varlığı, tecrübeleri ve oynadıkları roller ya görmezden gelinmiştir ya da yanlış veya eksik yorumlanmıştır. Kadının her zaman al basan, hilekar, şarlatan ve yalancı olan şehvetli kızlar şeklinde gösterilmesi ve kadının ikinci cins olarak imgelenmesi hususlarının altı kesinlikle çizilmelidir. Cumhuriyet dönemi tiyatro ciddi manada batı taklitçisidir. Cumhuriyet Tiyatrosu dönemi, Batı tiyatrosunun cinsiyetçi bir yapısına öykünmesi ve baştan aşağı cinsiyetçi kalıplarda oyunlar sahnelemesi özellikle kadınlar açısından cinsiyetçi kalıplara maruz kalınan bir dönem olmuştur.
Hala Ramazan aylarında oynanan Karagöz ve Hacivat’a baktığımızda cinsiyetçi yapıyı çok rahat görebiliriz. Karagöz ve Hacivat erkektir, oyunun yardımcısı Yardak da erkektir. Hiçbir zaman başrol verilmeyen kadınlara dırdırcı, şirret, sadakatsiz tasvirli yan roller verilmesi talihsiz bir cinsiyetçi saplantının sonuçlarıdır. Karagöz ve Hacivat oyununda yaklaşık 22-23 karakter vardır ve bunlardan 20’si görüntüleri sesleri ve toplumsal rolleriyle erkektir. Kadın figür Karagöz’ün karısıdır o da dırdırcı gösterilmiştir. Geleneksel tiyatro dönemini irdelediğimizde yine karşımıza cinsiyetçi yapıda olan Ortaoyunu çıkar. Orada da iki temel oyuncu erkektir. Kadınlar cenabet kaltaklar olarak betimlenir.
Tanzimat tiyatrosu batı tiyatrosuna en çok öykünülen bir dönem olarak geçmişimizde bırakmaya çalıştığımız bir dönemdir. Şinasi’nin Şair Evlenmesi’ni irdeleyecek olursak; altı erkek karaktere karşılık dört kadın karakter vardır ve karakterlerin tiplemesi toplumsal cinsiyet rollerine tamamıyla boyun eğen bir yapıdadır. Temel rollerden Kumru Hanım, sessiz, hanımefendi, evlenilecek bir genç kızdır. Sakine Hanım, evde kalmış, kız kardeşine gelen taliple evlenebilecek ve bunda bir sorun görmeyen kambur hanım rolündedir. Şair Evlenmesi birçok akademide işlenen fakat cinsiyetçi rolleri görmezden gelinen bir tiyatro eseridir.
Batılılaşmanın erken döneminde bireylerin ruhsal durumu ön plana alınan eserler ön plana konulmuştur. Bu toplumsal çözülme erkekleri, aldatılmış, yalnız ve erdemli gösterirken kadınları, erkeğini mutsuz eden, aldatan, paragöz bir konumda çizmiştir.  Cumhuriyetin ilk yıllarında ve kutlamalarında oynanan ve yazılan oyunlarda kadınlar, güçlü kahraman erkeğinin arkadasında güçsüz bedeniyle yer alan becerisiyle erkeğine destek olan bir şekilde gösterilmiş ve güçsüzlüğüne direnerek taşıdığı mermi ve savaş ortamında gösterdiği annelik duygusu dramatize edilmiştir.
Muhalif kadınlardan umudumuz var!
Kadınların toplumsal ve kültürel dönüşümlerin etkisiyle erkek egemenliğine karşı bir duruş çerçevesinde geliştirdikleri yapılanmalar kadınların sanatla buluşmalarını sağlamış ve bu yapılanmalar sonucu geliştirdikleri sanatsal stratejiler sanatı farklı boyutlara taşımış, sanat bu eksende dönüşmeye ve değişmeye başlamıştır. Cumhuriyet döneminin en eski kadın oyun yazarlarından Fatma Nudiye Yalçı yer almaktadır(2). Nudiye Hanım’ın Beyoğlu oyunu programda yer alır fakat sahnelenmez. Bildiğimiz diğer kadın yazar da Cahit Uçuk’tur onun oyunu da 1946-47 yıllarında sahnelenmiştir. Onlar dışında 1960’lara dek kadın oyun yazarları görülmemiştir.
90’lı yıllara gelindiğinde kadınların kendine özgü kurduğu tiyatro sahnesi olan Kadın Tiyatrosu, savaşın tüketmiş olduğu kadınları, kadın bedeni üzerinde uygulanan tacizi, şiddeti ve toplum baskılarını tiyatro karakterlerine aktararak feminist tiyatroyu kurmuşlardır. Feminist tiyatro bu ülkeye yeni kadın oyun karakterleri getirmiştir. 7 Kadın, Pilavdan Dönenin Kaşığı Kırılsın ve benzeri oyunlar da feminist tiyatroya ve hikayelerini özne konumunda anlatan ve oynatan kadınlara örnek gösterilebilir.  Senaryosu Sevilay Saral’a ait olan 7 Kadın tiyatro eseri, temelde yatan sorunun kadın-erkek çatışmasından da öte insanlık kavramı üzerinde yoğunlaşılması gerekliliğini söyleyen, olayları son derece yalın ve mizahi bir tavırla anlatan bir müzikal komedidir. 80'lerde feminist tiyatronun batı dışındaki ülkelerde yaygınlaşmaya başlaması ve 90'larda artık toplumsal cinsiyet tartışmaları, dil ve kimlik kavramlarıyla feminist tiyatro tam olarak oturmuştur. Çok kültürlülük, post yapısalcılık gibi yeni kavramların feminist tiyatroda yer alması feminist tiyatroyu günümüze kadar getirmiştir. Günümüzde ise Tiyatro Boyalı Kuş’un kurulması kadın hareketimiz için önemli bir adımdır. Feminist tiyatronun tek dezavantajı, politik bir duruş sergilemesidir bu yüzden ya tepki almaktadır ya da gösterime sokulmamaktadır. Burada da bize düşen de, feminist tiyatroyu ya da politik duruş sergileyen sosyalist tiyatro gibi tiyatroları desteklemek, izlemek ve yaymak.
Hep, her zaman, oralarda buralarda şuralarda, erkek sesi, erkek figürü, erkek dayatması vardı. Hep onu duyduk, onu gördük, onu hissettik. Ve kadınlar hep erkekleri ortaya çıkarmak için bir figür olarak kullanıldı. Sesimizi çıkarınca ya şirret olduk ya da yosma. Susunca ise hep ezildik. Toplumsal rollerin üzerine yazıldı hep oyunlar. Kadın yazarlar uzun süre kadın kimlikleriyle anlatamadılar kendilerini. Yaşamımızda da olduğu gibi kadının iffetini korumak kollamak hep erkeklere kaldı. Kadının sevmediği adamın acısını anlatmak hep erkeklere kaldı. Kadının duygularını yazmak hep erkeklere düştü. 1960’lara kadar bu böyle gitti.
Son on yılda gelişen muhalif yazarlık ise ya çok köklü cinsiyetçi geleneklere dayanıyor ya da Batıya özeniyor.  Fakat bu kemikleşmiş cinsiyetçiliğin karşısında artık feminist tiyatronun kadın çözümlemeleri var. Artık daha sorgulayıcı ve farkındalık yaratan bir kitle var. Tutucu tiyatroya karşı artık daha çok umudumuz var.
(1)    Editör notu: Nezihe Muhiddin aynı zamanda hem Osmanlı hem de kendi döneminde yeni kurulmuş olan Türkiye devleti bünyesinde azınlık olarak görülen ve gösterilen halklara karşı ayrımcı söylemleri benimsemekte bir sıkıntı görmeyen, “devlet” egemen dile aşina bir kadındır. Metinde bahsi geçen feminist önderliği ne yazık ki halkalrın eşitliğine dayalı bir önderlik olamamıştır ve önderliğindeki kadın hareketi tam da eleştirilen “Türk kadını” hareketi olmaktan öteye geçememiştir. İlgili bir okuma için: https://www.academia.edu/1473035/Sessizle%C5%9Ftirilmi%C5%9F_%C4%B0syan-%C4%B1_Nisvan
(2)    Editör notu: Evlendikten sonra o dönem şartlarında soyadını koruyamamış ve Nudiye Nizamettin ismini almıştır.

26 Mayıs 2015 Salı



Başlangıç İçin Feminist Okumalar-Kitaplar

Necla Arat - Feminizmin Abc’si
Judith Butler - Cinsiyet Belası
Evelyn Reed - Kadın Özgürlüğünün Sorunları
Bell Hooks - Feminizm Herkes İçindir
Gisela Notz - Feminizm
Virginia Woolf - Kendine Ait Bir Oda
Ayşegül Baykan - Nezihe Muhittin ve Türk Kadını
Ayşe Gül Altınay - Vatan, Millet, Kadınlar
Amargi Yayınları - Özgürlüğü Ararken/Kadın Hareketinde Mücadele Deneyimleri
Yaprak Zihnioğlu - Kadınsız İnkılap/Nezihe Muhiddin
Juliet Mitcehell - Kadınlar : En Uzun Devrim
Mary Wollstonecraft - Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi
Aksu Bora - Feminizm Kendi Arasında
Emine Öztürk - Feminist Teori ve Tarihsel Süreçte Türk Kadını
Luce İrigaray - Yeni Enerji Kültürü

Şu siteden alınmıştır:
http://bacilarkiraathanesi.tumblr.com/post/117333473906/baslang-c-icin-feminist-okumalar-kitaplar#.VWQ3US_IV3Y.twitter

1 Şubat 2015 Pazar

Eski bir kromozom hikâyesi...


Erkek Doğrama Cemiyeti Manifestosu 
 -Valerie Solanas-
Fransız yazar Colette "Akıllı olduğunu düşünen kadın erkeklerle eşit haklar ister. Akıllı olan kadın istemez" derken seksen-doksan sene sonra herkesin bir şeyler isteyerek, üstüne üstlük "eh oldu" gibi bir hisse kapılacaklarını biliyor muydu acaba? O bir lezbiyendi, ama bunun için olmamıştı muhakkak.

1968'de Valerie Solanas, Andy Warhol'u vurduğunda ve SCUM'u yayınlamayı başardığında (Erkekleri Parçalama Topluluğu) yarattığı parçalayıcı, anarşist feminizmin doğru olduğu kanısındaydı. Fakat ona kısa bir şöhretten başka bir şey getirmedi manifestosu. Yapayalnız, bir dairede ölü bulunduğunda yanında güvendiği bir kadın sevgilisi yoktu. O da bir lezbiyendi. Ama feminizm yüzünden lezbiyen olmamıştı herhalde.

Kadınlar, hep kadınlarla uğraşmak zorunda kaldılar. Kadınlar, hep erkeklerle de uğraşmak zorunda kaldılar. Kadınlıkla, erkeklikle, farklılıkla, sosyal statüyle, başarmakla ilgili sürekli uğraştılar. Evlilik kurumu için, feminizm için sürekli düşündüler. Hâlâ bu büyük uğraş, ilgilenmediklerini zannetseler de, beyinlerini en çok meşgul eden mevzulardan biri. Demek ki hâlâ var bu eziklik. Evet, en güçlü kadının bile, bir sürü erkeği alt edebilen bir kadının bile içinde bir eziklik var. Ağlamanın verdiği eziklik bu. Belinin ince oluşunun, tırnaklarının kopuşunun, çocuğunun aç kalışının.

Jon Purkis ve James Bowen'ın Valerie'yi tanımlarken kullandıkları "aşırı zihin hali" durumu kadınlarda daha sonraları astıma dönüşen, bulaşıcı, rahatsız edici nükseden bir grip gibi etrafta dolaştığında, eşit haklar isteyen kadınların birçoğu aslında ne istediklerini bilmeden dolaşıyordu etrafta. 

Kadın oldukları için. Evlendikleri için. Toplum bilinci ve hanımefendi kelimelerine tahammül etmek zorunda oldukları için. Düşünürken acı çektikleri, severken bağlandıkları, kendilerini öldürmek istedikleri için. Doğurdukları için, erkekleri olduğu için. Erkeklerine katlanmak zorunda kalabildikleri için. Dedim ya, el ve ayak bilekleri ince olduğu, saçları tararken kırıldığı için. İnce düşünceli, melankoli tutkunu, buğulu gözlü oldukları için.

Kendilerine bayıldıkları halde mazoşist oldukları için. Yoksa çoğu, eşit haklar istedikleri için falan değil. Bu kadınlar, o gizli kalmış nefret, o eziklik, o gözüyaşlı halleri sonradan onları bir erkek gibi davranmaya ittiği zaman, düşmanları haline gelen erkeklerden biri olmamak için lezbiyen oldular. Bütün bunlar, bu düşünen kadınlar, aslında hiç düşünmemeleri gerektiğini bilemediler. Çünkü düşünürsen, eğer gerektiğinden fazla düşünürsen, ya ölürsün, ya öldürülürsün. Malcolm X olursun, John Lennon olursun, Kennedy ailesi talihsizliği bulursun.

İyi değil bütün bunlar. 

Şu mutluluk, şu yazı yazmama hali, şu mutlak umarsızlık ve para endişesi. Nerede onlar? Onlara geri dönün. Her yerde, her kadının bir tarafını parça parça acı ve terk edilmişlik tutar, günler bu şekilde onu hayata bağlar. Kendisini terk ettiği için, adamını terk ettiği için. Bu sebeple uzar ve uzar tüm kadınlar. Saçları, kirpikleri, göz kalemleri uzar. Bir gün muhakkak ki o adamdan bıkar. "Aşırı zihin hali" işte böyle bir vadidir. Vadi çok eski, çok güzel siyah-beyaz bir film gibi biter. Kahramanları vurulur, vurgunda gider. Aşk ve gurur yüzünden. Kahramanlar arkalarında biraz üzüntü, belki biraz sanatsal eser, eğer şanslıysa kuvvetli bir aşk hikâyesi bırakıp gider.

Her vadiden bir nehir geçer. Kadınların içinden bir okyanus.

Lanet olsun.
burada karşı olunan; antik yunan'dan beri erkek yanında ikinci hatta kaçıncı sınıf olduğu bazen belli dahi olmayan, toplum sahnesinden bilinçli olarak silinmeye çalışılmış, sadece ev kadını ve anneye indirgenmeye çalışılan modern çağda da kadınlığını kaybetmiş, erkekleşmiş, kötü bir dişi görüntüye dönüştürülen kadın ve dişi imgesine karşılık; dişiye hak ettiği değeri vermek dahası dişiyi aşarak belki de nietszche'nin bahsettiği üstinsan'a evrilmektir. yani düşman; yaratıcılığın, özgür düşüncenin, duyarlılığın, vicdanın, farklılığın, özgünlüğün karşısındaki; sığ; edilgen, yönetilmeye, güdülmeye açık, ruhsal sakat ve korkak bir toplum yaratmaya çalışan ego tarafından sakatlanmış ataerkil toplum düzeni; aslında her şeyi metalaştıran paraya dayalı sistemdir.
yani solanas her eril dediğinde bunu anlamak; eserin derinliği açısından elzemdir. yazar hakim düzenin erkek egosunu sarsmak hatta doğramak için böyle bir dil ve yöntem kullanmıştır. ve edebi bir eser olarak okunduğunda da yazarın felsefeik ve düşünsel alt metininin üstüne oturttuğu gelecek tasavvuru en son aşamasında eril imgesi üstünden yazarın ve bin yıllar boyunca tüm kadınların maruz kaldığı işkence, yok sayılma ve dönüştürülmenin bir intikamıdır. 
yani eril imgeyi kişiselleştirmeden tümden bir düzen ve onun halinden memnun mensupları, yardakçıları olarak düşündüğümüzde; dişil imgeyi de üstinsan olarak yani kendisine dayatılan baskılardan kurtulmuş, kendiyle barışık, bütünlüğüne kavuşmuş, mutlu ve sevgiye açık yaratıcı, duyarlı, zeki ve vicdan sahibi bir insanlık olarak düşündüğümüzde eserin bizde bırakacağı iz özel olacaktır.
yoksa erich frommgoethetagore,krishnamurti, gibi erkekler ya da carl gustav jung'un bahsettiği anne kompleksinden olumlu yönde etkilenmiş özel erkekler ve nicelerinin var olduğu dünya, gerçek kadınla; -yanicondoleezza ricemargaret thatcher gibi sakatlanmış kadınlıklarını kaybetmiş dişilerden, benliklerini unutmuş köle ruhlu, sahte kadınlardan apayrı- yin ve yang'ın birlikteliği ile güzel ve rengarenktir. çünkü her insanın içinde jung'un belirttiği gibi dişi(anima) ve erkek(animus) bulunmaktadır. önemli olan insanın hiçbir dış gücün baskısı olmadan kendiyle bütünleşmesi, her koşulda sevgi ve güzelliğe ruhunu açık tutmasıdır; tüm paraya ve egoya dayalı düzenlerin insan zihnine ve ruhuna pompaladılarının aksine korkmadan, mutluluk ve sevgiyi seçebilmesidir. şu da acı bir gerçektir ki; bu büyük insanlık; bu büyük ataerkil para ve ego düzeni hem kadınları hem de erkekleri ezmektedir. ne kadın gerçek kadın ne erkek gerçek erkek olabilmektedir; çünkü insan olmaları engellenmiş, duygu yoksunu, tek değeri para ve güç olan otomat insanlardan oluşan toplum; her güzel şeyin katilidir. sadece kendi hastalıklı emellerine hizmet eder; tüm insanlığın yok olması pahasına yapar bunu. gün gelir dünya savaşları çıkarır; gün gelir atom bombası atar, gün gelir kendi kurguladığı ekonomik ve sosyal krizlerle tek değeri olan servet transferini gerçekleştirir. ego ve paranın hakim olduğu hiçbir düzende insanlık ve tabi ki gerçek kadın ve gerçek erkek tam anlamıyla var olamaz; ya da var olmaya çalışanlar fabrika hatası olarak görülüp yok edilmeye çalışılır. ve bu sözde uygarlık giyotini en çok da buna karşı durmaya cesaret eden insanları vurur. nicola tesla ve wilhelm reich yaratımlarıyla(emsalsiz buluşlarıyla) gömülürken; sabina spielrein gibi kadınlar tümden yok sayılır.
evet şimdi kemerlerimizi takıp, valerie solanas'ın tüm önyargıları, dogmaları,binlerce yılın ezberini yerle bir eden, en yumuşak noktalara sert kroşeler atan, zehir gibi sözcükleriyle uçuşa geçelim: bu toplumda hayat, en iyi halinde bile can sıkıntısından ibaret olduğundan ve toplumun hiçbir tarafı kadınlara uygun olmadığından; uygar-kafalı, sorumlu, heyecan arayan dişilere, hükümeti yıkmak, para sistemini bertaraf etmek, her alanda otomasyonu kurumlaştırmak ve eril cinsi yok etmekten başka çare kalmıyor. Eril biyolojik bir kazadır; y(eril) geni tamamlanmamış bir x(dişi) genidir yani tamamlanmamış bir kromozomlar serisidir. eril olmak kıfayetsiz olmak, duygusal olarak sınırlı olmak demektir; erillik bir noksanlık hastalığı, eriller de duygusal sakatlardır.
kendi içine kıstırılmış olan eril tamamen benmerkezcidir ve başkalarıyla empati kurmaktan ya da özdeşleşmekten, aşktan, dostluktan,şefkat ve muhabbetten tamamen acizdir. başkalarıyla ahenk içinde olmaktan aciz, tamamen yalnız birimdir.engin, istilacı ve yaygın bir cinsellikle dolmuş olan eril, fiziksel olarak edilgendir.kendi edilgenliğinden nefret eder, o yüzden de bunu kadınlara yansıtır ve erili etkin olarak tarif eder, sonra o olduğunu ispatlamaya (bir ''erkek'' olduğunu ispatlamaya) koyulur. bunu ispatlama çalışmalarındaki temel aracı düzmektir(koca çüklü koca erkek koskoca bir malı götürüyor).
yarım kalmış bir dişi olarak eril, ömrünü kendini tamamlamaya çalışmakla, dişi olmaya çalışmakla geçirir.
kadınlarda penis haseti yoktur erkeklerde kuku haseti vardır.
dişi olmamasını telafi etme takıntısı, ilişkilenme ve merhamet konusundaki acziyle birleşen eril, dünyayı bir bok yığını haline getirmiştir. 

http://www.idefix.com/kitap/erkek-dograma-cemiyeti-manifestosu-valerie-solanas/yazi.asp?id=409&sid=JMNEBFTG9D3DY2PC52HU 

1 Kasım 2014 Cumartesi

Ahlak Ne Ayol!

Kim çizdi bu sınırları, kim koydu bu çizgileri? Kime göre ahlak neye göre ahlak? Ayşe Fatma ile, Ali Mehmet ile, Ayşe Ali ile, Ayşe bu sefer de Mehmet ile... SA NA NE BE BİRADER...