1 Kasım 2014 Cumartesi

Ahlak Ne Ayol!

Kim çizdi bu sınırları, kim koydu bu çizgileri? Kime göre ahlak neye göre ahlak? Ayşe Fatma ile, Ali Mehmet ile, Ayşe Ali ile, Ayşe bu sefer de Mehmet ile... SA NA NE BE BİRADER...






6 Temmuz 2014 Pazar

AVM'nin Büyüsü

AVM'ler çarşı,pazar,kahve,sinema,flört,oyun, aylaklık gibi modern şehir hayatının birçok ihtiyacını karşılamayı vaat eden "mutant" mimari yapılardır.

AVM'ler stada arenaya benzer daha çok. Birkaç kapıyla(delikle) girilen, avlulu hem herşeyi görebildiği hem de herkes tarafından görülebildiği bütünlüklü yapılardır. İşlevsel olarak feodal yaşamın panayırına benzer. 

AVM'ler, gelişmiş ülkelerde, bizdeki gibi "çılgınlık" boyutuna ulaşmamış şehrin dışında tutulmuştur. Oysa genç ve tüketme potansiyeli yüksek olan nüfusuyla Türkiye bir AVM cennetine dönüşmüştür.Tıpkı kredi kartları gibi tüketim toplumu ürünlerdir AVM'ler. Geç dönem kapitalizmin çarkı tüketimle çalışır. Düzenin bekası için  tüketimin kışkırtılması gerekir. Peki tüketim arzusu bireysel düzlemde neye karşılık gelir...

Lacan'ın kuramında "arzu" asla ulaşılamayacak olandır. Zizek rüyalarda sık görülen bir paradoksla örnekler Lacancı arzuyu:yakınlaşıldığı halde yakalanamayan "şey". Kaygan bir balık gibi sürekli elimizden kayıp gider arzu. Yakaladığımız hissettiğimizde arzuladığımızın o olmadığını anlarız. Joel Kovel tüketim toplumunda; reklam yoluyla çocuksu arzuların kışkırtıldığını, medyanın otoriteyi, ebeveynlerin ve okulun elinden aldığını, sahte kişisel tatmin vaadiyle yeni bir sosyal birey tipinin ortaya çıktığını ileri sürer. Geç dönem kapitalizmin en karakteristik özelliği arzuların bastırılması değil bilakis kışkırtılmasıdır. Arzular reklamlarla kışkırtılır.

Kapitalizmin başarısı, bu eksikliği ve ikame arzuyu ürettiği metalara yönlendirebilmesidir. Düzen, insanı doğal gereksinimlerden uzaklaştırıp, kendi doğasına yabancılaştırır. Görsel, yazılı ve sosyal medya yoluyla yaratılan vitrinler şirazesi kaymış değer sistemimizi ürettiği kendi değer sistemine benzetir. AVM'ler vitrinlerden oluşur. Vitrinlerin içinde kusursuz vücutlar, konforlu elektronik eşyalar, tadılmamış eşşiz lezzetler, formülü bilinmeyen gizemli parfümler şık giysiler sergilenir. 

AVM'ler düzenin cazibe merkezleridir. Küçük deliklerden sızıp başka bir aleme geçtiğimiz hissini yaratır.

 Bilal Ersoy

4 Şubat 2014 Salı

Avrupa Notları 7

Brugge'a indiğimizde akşam üzereydi. Ne yapacağımızı da bilmiyorduk. Brugge'da ne var ne yok onu da bilmiyorduk. İstasyon küçüktü. Görüldüğü kadar kadar şehirde küçüktü. İstasyondan şehir merkezi 15 dakika yürüme mesafesinde. Villalar yeşillikler çimenler çok güzel temiz bir kanal lüks arabalar lüks taksiler. Audi taksi geçiyor falan. İnsan hayret ediyor tabi. Porshe'lar, Lamborghini'ler geziniyor etrafta. O gece orada kalalım dedik sabah Amsterdam'a gideriz. Bank bulduk çömdük bütün geceyi orada geçirdik uyku tulumunu açtım banka serdim uyudum. Gece çişimiz geldi bir cafeye girdik içerde tükkan sahibi(galiba) ve arkadaşları viski bira kafayı çekiyorlar kafaları olmuş 1milyon. Güzel bir mekandı. Orta çağdan kalma mimarisiyle binalar süslüyor etrafı. Brugge'un şehir merkezinde giyim mağazaları, lüks bar cafeler var. Brugge çoğunlukla zenginlerin oturduğu küçük bir şehir. Masal gibi bir şehir. 

<<< Şehir Merkezi Burg Alanı.











Amsterdam'a öğlen geldik. Daha önceden hostel rezervasyonumuzu yaptırmıştık o yüzden hemen hostele gitmek istiyorduk. Sırtımızda 14 kg çantalarla yürümek aşırı zor özellikle sıcak havada. Hostel tam merkezdeydi. Gecesi kişi başı 50€'ydu. 3 geceliğin parasını verdik. Hostelin girişindeki merdiven aşırı dikti o çantalarla çıkmak baya zorladı bizi. Odamız 4 kişilikti. Yerleştik odamıza 2li 2li ranza vardı. Tuvalet dışarıdaydı ama sadece o kattaki odalar kullanabiliyordu odayı. Tuvalet temiz değildi elbette. Ama aşırı kötü diyemem. Çantaları bıraktıktan sonra hemen dışarı çıktık. Haritamızla yola koyulduk. 2 dakika sonra Dam Meydanındaydık. Amsterdam Kraliyet Sarayı Hollanda'da bulunan 3 saraydan biridir. Saray Dam Meydanı'nda Ulusal Anıtın karşısında, Yeni Kilisenin yanında bulunmaktadır. Amsterdam kesinlikle Venedik'in kuzey şubesi. Her yer kanal köprü. Neyse biz Dam Meydanından aşağı yardıralım dedik yürüyelim bakalım nerelere çıkacağız. Bir yandan da yarın buraya gideriz ertesi gün bunu yaparız planlarını kuruyoruz. Gezerken gezerken kalabalık başladığını gördük su kanallarında tekneler motorlar üstünde kadınlı erkekli dans ediyorlar son ses müzik halinde geziyorlar. Etrafta bir yığın insan. Pembe taytlı herifler boxerla gezen herifler değişik tipli hatunlar. Herkesin kafa uçmuş. Fotoğraflarını çektik ilerledik baktık bir parti var girişinde de "entry full" yazıyor. Türküz beleşse gireceğiz tabi. Girdik ama aşırı kalabalık adım atılmıyor ilerlenmiyor. Götüm götüm ilerledik en manyak tiplerle karşılaştık. Bana bir adam içki bardağını uzattı içirmeye çalıştı. Yanımızdaki erkeklere asılan erkekler oldu. 70-80 yaşında karı kocaların fransız öpücüğünü aşan öpüşmesini gördüm. Ortam baya tehlikeli yani. 1 saat partide durduktan sonra partiden çıktık. Ertesi gün partinin gay partisi olduğunu öğrendik. İşkence müzesi vardı ben girmedim diğer arkadaşlar girdi. Benim için önemli bir şey değildi tercih etmedim. Akşam oldu artık. Amsterdam'da yapılması gereken en mühim şeyi yapmanın sırası gelmişti. Hap var cigara var ex var roj var dıptıs dıptıs. Bulldog Coffeshop'a girdik ne isteyeceğiz nasıl isteyeceğiz bilmiyoruz. Avanak bir şekilde masaya oturduk masanın karşısında da 3 adam cigara sarıyor. Batuhan git iste bir şey yap dedik gitti o hafifinden almış. Masada tütün gibi acaip kavanozda bir şey var. Nasıl saracağız bilmiyoruz. Sarmaya çalıştık olmadı karşıdaki masadan baktık olmadı beceremedik. Gittik sarılmışını aldık. Hepimiz yaktık birer tane. Kafamın farklı bir havada olduğu doğru ama aşırı bir durum olmadı. Sadece ayaklarımı hissetmiyordum uyuşmuşlardı. Nasıl oldu o bilmiyorum felç geçirdim diye korktum. Batuhan ordan kek falanda aldı galiba yine cigara aldı. Hostele geldik benim dışımda herkes gülüyor abuk subuk konuşuyor. Ben de etkisi aşırı sinir oldu agresifleştim herkese bağırıyorum "kendinize gelin susus" diyorum beni dinlemiyorlar. Yattık uyuduk ertesi gün öğlen uyandık doğru Simit Sarayına gittik bunun için yarım saat yol yürüdük ama çay içecektik simit yiyecektik değerdi! Nutelledan iğrenmiştik artık. Zeytin simit çay o an hayatta taptığım 3 şey oldu. Kahvaltıdan sonra meşhur 'I AM^STERDAM' yazısı olan yere gittik. Ben S harfine çıkmaya çalışırken düştüm ama bir şey olmadı. Akşam oldu Amsterdam'ın en önemli yerine daha gitmemiştik bu akşam oraya gidecektik. RED LIGHT DISTRICT. Hostelin hemen yan sokağında zaten başlıyormuş. Red Light DistrictAmsterdam’ın en büyük ve en bilinen sokaklarından birisidir. Birçok kanal ve yan sokağa sahip olan bölge fuhuş sektörü ile ünlüdür. Red Light District ile ilgili dikkat etmeniz gereken en önemli konu da fotoğraf çekmemeniz gerektiğidir. Fotoğraf çekmeniz durumunda makinenize hiç uyarılmadan el konulabilir. Genelde gece kalabalık olduğundan biz de gece gitmeyi uygun bulduk.  Camların içinden iç çamaşırlı seksi genç hatunlar sizi içeri çekmeye çalışıyor. Bayada güzeller esmer sarışın zenci asyalı her tip var. Beğenmedim bu hatunları tipim yok diyemezsin her türlü var. Etafra dolu sex shop, randevu evi, gay bar, var. Ve 250 kadar hayat kadını pencerelerde özel kıyafetlerinin içerisinde adeta bir gösteri yapıyorlar. Bu kadar fuhuşu övmek yeter. Akşam hostelde haşhaşlı kurabiyemizle meşhur kekinden yedik kafa yapıcı bir etkisini göremedim. Kekte browniden farksız. Açlıktan midemden sesler çıktığı için mecburen keki vakitsiz bir zamanda yedim o ayrı. Orada Simgelerin bir kazığı söz konusu ama bu konuyu burada açmayacağım. Ertesi sabah tabi simit sarayı yaptıktan sonra Madame Tussauds Müzesine gittik. Müze Dam Meydanının tam orada. Bu müzede bal mumundan yapılmış önemli tanınmış insanların heykelleri var. Müzeye giriş ücretli. Ucuzda sayılamayacak bir ücreti vardı yanlış hatırlamıyorsam 20€'ydu. Van Gogh Müzesine ya da herhangi bir başka müzeye gitmedik onun yerine Amsterdam'ın neredeyse her sokağına girip çıktık sokaklarını gezdik.  Oğuz'un Hard Rock Cafe sevdasıyla cafeyi aradık ve bulduk içeriden t-shirtlerimizi aldık. Doğum günüm yaklaştığı için bana tsihrtü hediye aldılar :))))) Ertesi günde Berlin trenine atlayıp Berlin'e gittik. 





Berlin-Köln Avrupa Notları 8'de...


14 Ocak 2014 Salı

Avrupa Notları 6

Barcelona'dan öğlen trene bindik akşam Paris'teydik. Bizi Oğuz ile Batuhan karşıladı. Onlar 3 gündür oradaydılar. Yolları öğrenmişlerdi. Bizi otele götürdüler. Otel odası 6 kişilikti. Fareliydi. Pisti. Biraz merkeze de uzaktı. Oda da bizle beraber 2 Rus kız daha kalıyordu ama ertesi gün gideceklerdi. Sabah oda da eşyaları bıraktık. Paris'i gezmeye çıktık. Bizim oralar biraz Tarlabaşı'nı andırıyordu. Her yerde kırmızı perdeli erotik shop ya da erotik show yapan yerler vardı. Biraz da zenci kaynıyordu. İlk önce Notre Dame'a gittik. Benim için farklı bir şeyi yoktu. Simge baya gezdi ben çıktım bakındıktan sonra. Bildiğin kilisi içi. İsa meryem haç vs vs. oradan geze geze Eiffel Kulesine geldik. Şarap almıştık. Çimlerde onu içtik. Hafif yağmur çiseliyordu. Akşam olunca Eiffel Kulesi daha bir muazzam oluyor. Işıklarını yaktılar. Şekilli ışıklı hareketler yaptılar. Etrafta birayı 2 katına satan satıcılar var. Ya da Eiffel Kulesi olan anahtarlık obje. Hepsi geziyor. 5 tanesi 1€ olan anahtarlıktan aldım. Memlekette anaya babaya dağıtmak için. Otele geçtik yürüyerek. Rus kızlar gitmişti kimse yoktu. Klasik nutella tost ekmeği menümüzden yedim. Ertesi gün Louvre Müzesine gittik. Yanlış hatırlamıyorsam 12€'ydu. Kocaman devasal gez gez bitmek bilmeyen bir müze. 3 saatin sonunda artık kan şekerim düşmüştü orada ki tabloları yemeyi falan düşündüm. İçeride yiyecek var ama bir lokmacık sandviçi acayip pahalıya satıyorlar. Neyse çıktık bir mekanda baya özel menü sipariş ettik. Kadehi 4€ olan şaraptan da içtim. İlk kez İnterrail boyunca o kadar para verdim bir yemeğe. Louvre Müzesi tabiki de gidip görülesi bir yer. Acayip karışık. Ordan giriyorsun başka yerden çıkıyorsun falan. Champs-Élysées ya da Şanzelize Caddesi. Bizim Bağdat Caddesi'nin daha lüksü bir cadde. GAP'ten Louis Vuitton'dan PSG'nin Store'una kadar her şey var. LV'de cüzdanlar sanıyorum 600€'dan başlıyordu. Neyse zaten sevmem o markayı. Paris'te böyle geçti. 



Brugge-Amsterdam Avrupa Notları 7'de...


13 Ocak 2014 Pazartesi

Avrupa Notları 5

Barcelona Barcelona... Gezdiğim en güzel yerler arasında kesinlikle ilk 3'te yerini alır. Uzun baya uzun bir tren yolculuğundan sonra trenden indik. Trenin son durağı yeraltı. Oradan yukarı çıkıyorsun büyük bir gar. Dışarı çıktık ama Barcelona diğer şehirlere benzemiyor büyük. Hostel adresimiz var harita yok karmaşık durumdayız. Sora sora Bağdat bulunur misali atladık metroya indik durağımızda hostel çok yakınmış neyse ki hemen girişi yaptık. Otel gayet güzel. Oda da televizyon var.( Hostel Adı: Ona Barcelona ) Yine gitsem orada kalırım merkeze de yakın.Neyse yerleştik ettik Simge'yle baya yorgunuz, açızda. La Rambla'ya geldik güzel bir cadde güzel bir meydan güzel mağazalar. Her şey var. Burger King'e gittik tabi ki.... Hostele dönüşte kaybolduk. Soruyoruz bulamıyoruz gece oldu sokakta pek insanda yok. Bir insan evladı düzgün tarif etti de gidebildik hostele. Ertesi sabah La Rambla'yı yürüdük. Tobacco Shop'tan sigaramızı aldık aralarda bir yerdeydi. İspanya'nın meşhur Tapas ve Paella'sını yemedene gitmek olmazdı öğle yemeğinde onları yedim Simge ıyğ yemem dedi. İçinde beyaz et kırmızı et karides midye bulunuyor, İspanyol usulü pilav çeşidi. Tapas'ta meze. Krokan patates, ekmeğe batırılmış sosis tarzı şeyler. 
İkinci gün Camp Nou'ya gidecektik ya da deniz kum güneş keyfi yapacaktık. Biz Barcelona kıyısına attık kendimizi ve onun mükemmel denizine. Türkiye'nin farklı bölgelerinde denize girmiş bir insan olarak oranın denizini daha bizde görmediğimi söyleyebilirim. Mükemmelllll.. Kadınlar mayosuz denize girip güneşlenebiliyor. Erkekler slip mayo. İspanyol erkekleri evet çok yakışıklı, ama slip mayosuz. Neyse konumuz bu değil. Lübnan'lı 2 erkek geldi bize bira ısmarladı discoya gidelim dediler. Sevgilim var naaaşş dedim. O sıcakta bira iyi geldi çok aç olmamıza rağmen... Ertesi gün Madrid'e gidecektik. O geceyi orada garda geçirip sabah Paris'e gidecektik. Planlar istediğimiz gibi gitmedi. Tren saatleri uyuşmadı Madrid çok soğuktu pazar günüydü az insan vardı dükkanlar kapalıydı. Simge'de hastaydı. Madrid'te 5-6 saat dolaştık ve Barcelona'ya geri döndük. Madrid Türkiye'nin Ankara'sı. İlk durak Plaza Mayor oldu. Dört bir yanı, kırmızı renk ağırlıklı, balkonlu, birleşik binalardan oluşan, dikdörtgen şeklinde, canlı bir meydan. Ama oldukça büyük de bir meydan. 129 m x 94 m ölçülerinde, yani bir futbol sahasından %30 daha büyük. Binaların alt katlarında da kafe, restoran, bar ve hediyelik eşya dükkanları var. Plaza Mayor, şehrin en eski yerleşim bölgesinde olduğu için, çevresindeki sokakları da gezmenizi tavsiye ederim.Şehrin bir diğer kalabalık, ünlü ve hareketli meydanı ise Puertı Del Sol. Kelime anlamı “Güneş Kapısı”. Bunun sebebi ise, 15. yüzyılda Madrid’i çevreyen şehir duvarlarının kapılarından en doğudakinin, burada olmasıymış. Güneş de doğudan yükseldiği için, buraya “Güneş Kapısı” denmiş. Tabii artık kapı filan yok. Ama burası Madridliler’in buluşma noktası. Bir nevi Madrid’in Taksim Meydanı diyebiliriz. Gezdik bitti trene atladık Barcelona'ya geri döndük. Saat gece 12'ye kadar Mc Donalds'ta oturduk. Türkler geldi biz de kalacağız dediler bizde onlarla tren garının önüne uyku tulumlarımızı serdik ve mışıl mışıl uyuduk. Bizle beraber 10-12 kişi yatıyordu garın önünde. Simge yandaki çocuğu kesiyordu, bana bakıyor bana bakıyor deyip kafamın etini yiyordu. Uykusu geldi de uyudu götüyle beni rahatsız ediyordu ama uyuyunca hissetmedim ben de uyudum ve Mc Donalds'ın camını silmeye gelen herifin sesiyle uyandım sabah 6'da bana "hello" dedi baktım ve kafayı geri koyup uyudum. Sabah 8'di uyandığımızda tek biz Türkler uyuyorduk herkes gitmişti. Ve herkes bize bakıyordu. Kahvaltı edip suyumuzu da temin ettikten sonra trene binip Paris'e hareket ettik.





Paris Avrupa Notları 6'da...